29 Temmuz 2010 Perşembe


karanlıktı, hiç bir şey görülmüyordu.
yada biz öyle düşünüyorduk.

soyunmaya başladık.
sıra senin kırmızı'na, benim siyahıma gelmişti.
çıkarılmaları kolaydı. herkes kendi rengini çıkardıktan sonra odanın bir kenarına atıp duruyordu.
benim siyahım, senin kırmızı'ndan daha kolay çıktığı için kırmızı'dan geri kalanı çıkarırken sen, seni izliyordum. sen çıkardıkça aydınlanan odada.
duvarlar saydamdı, varlıklarından emin değildik.
bense ilk kez gördüğüm bu oda'da duvar olmadığını ve o yüzden bi odanın var olduğu konusunda ısrar etmiyordum.
beyazlardaydı sıra.. çıkarması keyifliydi.ikimizde de eşit miktarda beyaz olması seni üzüyordu. ben beyazlarımı çıkardıktan sonra senin de beyazlarını çıkarmanı bekledim. sen çıkardıkça, karanlık boğuluyordu.
aydınlık gözlerimizi kör etmeye başlamıştı, oysaki gözlerimiz bize lazımdı, birbirimizi görmeye ihtiyacımız vardı. gözlerimizi geri istiyorduk. ellerimizi de.
çıkaracak hiç bişeyimiz kalmamıştı, oda gökkuşağına döndü. gözlerimiz olmadığı için birbirimize bağlanamıyorduk. bu işte bi hesap hatası vardı, öyle olmalıydı.
önce renklerimiz gitti, sonra gözlerimiz. nasıl oluyordu bilmiyorduk ama, renklerimizi görebiliyorduk.
saydam duvarlara çarpıyorduk ve bu çarpmalardan sonra seninde duvarların olduğuna inandım.. senin arasında sıkıştığın duvarların. bunu sana inandırmaya çalışıyordum.
ve o andan sonra renklerimizi tekrar geri giymeye karar verdik.
biliyorduk, bağlantımız koptuktan sonra yine siyahları giyecek ve yine odayı siyaha boyuyacaktık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder